Odanın duvarları solgun. Perdeden sızan ışık, ölmekten vazgeçmiş bir sabah gibi odaya düşüyor. Her şey yerli yerinde, sadece ben yerimde değilim. Sanki bedenim buradayken, içimdeki biri çoktan başka bir yere gitmiş gibi. Zaman yürümüyor artık, sürünüyor. Saatin tik takları kalbimin değil, boşluğun ritmini tutuyor. Her saniye biraz daha uzaklaştırıyor beni kendimden. Kahve ılık ama tadı yok. Aynaya bakıyorum, yüzüm bana ait gibi değil. Sanki bir başkasının yüzüyle yaşamaya mecbur kalmışım. Bir zamanlar içimde bir kıpırtı vardı. Ufuk çizgisind…
Dünya… Taşlaşmış bir girdap, içinde dönen milyonlarca hayatın çığlığını susturmuş bir boşluk. Gökyüzü kirlenmiş bir tül gibi, ışığı süzerken bile kirli akıyor; yollar kesik, sözler yarım, umutlar yamalı. İnsan, bu berbat ve uyumsuz dünyanın ortasında, bir yabancı gibi dolaşır. Bu dünya, onun için yapılmamış gibidir: sanki bir tanrı yanlış bir notayı sonsuza kadar çaldırmıştır. Beni bu dünyaya çağıran bir ses olmadı. Ben doğdum, ad verildim, bir sıraya dizildim. O günden beri de taşıdığım yük benim seçimim olmadı. Sırtımdaki kaya, Sisifos’un …
Her sabah, doğmaktan yorulmuş bir güneşin altında uyanıyorum. Ellerim, avuç içlerim çatlamış; yokuşun kenarındaki taşlara değdikçe kanıyor. Önümde, bana ait olduğu kadar bana yabancı bir kaya… Onu itmek artık bir görev değil, bir ritüel değil; bir lanet, bir yemin. Yokuş ise hiç bitmeyen bir merdiven gibi uzanıyor göğe. Her seferinde kayayı omzuma alırken, içimdeki ses “Belki bu kez zirveye varırsın” diyor. Her seferinde içimden bir kıvılcım, belki bu kez kayayı bırakmaz diyor. Ve ben kayayı sürüklüyorum; omuzlarımda kırık yıldızlar, parmak …
Sevgili eski dostum, iç sesim, Sana ne zamandır yazmak istiyordum ama nereden başlayacağımı bilemiyordum. Belki de seni duymayalı o kadar uzun zaman oldu ki, ne zaman sustuğunu bile fark edemedim. Bir sabah kalktım ve sen yoktun. Artık kararlarımı seninle paylaşmıyor, düşüncelerimi seninle tartmıyor, umutlarımı seninle yeşertmiyordum. Senin yerini, sana benzeyen ama senden çok farklı biri aldı. Sesi senin sesine benziyor ama söyledikleri bambaşka… Sanki senin gölgen konuşuyor artık. Karanlık, soğuk, bağıran, çağıran, her şeyi söyleyen ama …
Kendime dışarıdan bakmayı öğrendiğimde, ilk fark ettiğim şey bir çöküntüydü. Ne zaman ki kendimi gözlemlemeye başladım, sevilecek bir yan bulamadım. Kendimi bir böcek gibi gördüm, bastığım her yerde bir hata bırakan, yaşadığı her anla birilerine yük olan, sadece varlığıyla dahi fazlalık hissi yaratan bir varlık... Beni bana gösteren aynalar ya kırılmıştı ya da baştan beri çarpıktı. Belki de en büyük cezam buydu: Kendimi yalnızca nefretin süzgecinden geçerek görebilmek. Üç kez o nihai sessizliğe yürümek istedim. Tanrı’ya inanan biri olarak, i…
Ben bile bazen kendimle olmak istemiyorum. Kendi iç sesimi duymaktan yoruluyorum. Kendime katlanamıyorken, bir başkasının bana katlanmasını nasıl bekleyebilirim? Aynaya her baktığımda göz göze gelmekten kaçınıyorum. Yüzümde bir yabancının silueti var. Kendi içime sığamıyorken, bir kalpte nasıl yer bulabilirim? Birisi beni sevse… Ne yaparım? Nasıl karşılık veririm? Düşüncesi bile boğuyor beni. Çünkü ben, kırılmış yanlarımı başkalarına göstermeye utanıyorum. Kalbimde büyüyen boşlukları, geçmişten kalan yaraları, her biri üst üste yığılmış mahc…
Aşk acısı çekiyorum, evet, ama bu acı bir kişiden, bir anıdan ya da yitirilmiş bir ihtimalden değil; bu, hiç var olmamış birinin yokluğunda büyüyen, zamanla kök salıp sessizce benliğimi sarıp sarmalayan bir özlemin acısı. Bir isimle çağıramadığım, bir yüzle hatırlayamadığım, ama yine de bin yıldır tanıyormuşum gibi içimde yaşayan, rüyalarımın kıyısında beliren ve uyanınca her defasında elimden kayan, o tarifsiz varlığa duyduğum yanık bir bağlılık bu. Ne sesini duydum onun, ne gözlerine baktım, ne bir an olsun ellerine değebildim; ama içimde…