Absürtle barışamamak

 

Her sabah, doğmaktan yorulmuş bir güneşin altında uyanıyorum. Ellerim, avuç içlerim çatlamış; yokuşun kenarındaki taşlara değdikçe kanıyor. Önümde, bana ait olduğu kadar bana yabancı bir kaya… Onu itmek artık bir görev değil, bir ritüel değil; bir lanet, bir yemin. Yokuş ise hiç bitmeyen bir merdiven gibi uzanıyor göğe.

Her seferinde kayayı omzuma alırken, içimdeki ses “Belki bu kez zirveye varırsın” diyor. Her seferinde içimden bir kıvılcım, belki bu kez kayayı bırakmaz diyor. Ve ben kayayı sürüklüyorum; omuzlarımda kırık yıldızlar, parmak uçlarımda kesik zamanlar. Her adımda biraz daha susuyorum. Her adımda biraz daha yalnızlaşıyorum.

Zirveye yaklaştığımda, ellerimden kayıyor umut; tırnaklarımın arasından fırlıyor düşlerim. Kaya, bana ait olan tek şey, benden kaçıyor; bir gürültüyle yuvarlanıyor aşağıya, geldiği karanlığa. Ben zirvede, avuçlarım boş, nefesim yarım kalmış, dizlerim titreyerek bakıyorum ardından. Her düşüşünde içimde bir şey daha kırılıyor. Her yuvarlanışında bir anı, bir umut, bir parça daha gidiyor benden.

Ve ben yine iniyorum aşağıya. Kayanın yanına gidiyorum; onu buluyorum. Onun yüzeyinde kendi suretimi görüyorum: Çatlamış, parçalanmış, isimsiz bir yüz. Yine omzuma alıyorum. Yine yokuşa dönüyorum. Bu döngü, bu sarmal, bu hiç bitmeyen oyun artık bir oyundan çok, bir hüsranın ritmi. Her seferinde biraz daha ağır, her seferinde biraz daha sessiz…

Bazen düşünüyorum: Bu kaya mı benim yüküm, yoksa ben mi kayanın yüküyüm? Belki o da benden kurtulmak istiyor, belki ben de ondan. Belki bu yokuşun en altında, hiç çıkmadığım bir vadide, ne kayalar var, ne gölgeler… Belki özgürlük oradadır; belki özgürlük, düşmeyen bir zirvede değil, hiç başlamayan bir tırmanıştadır.

Ama yine de sabah oluyor. Gökyüzü aynı. Rüzgâr aynı. Ellerimdeki kan aynı. Kaya sessizce bekliyor. Ve ben yine omzuma alıyorum onu, sanki kaderin taşlaşmış kalbini taşıyormuşum gibi. Yokuşa dönüyorum. Çünkü başka bir yol bilmiyorum. Çünkü başka bir ses yok içimde. Çünkü belki, belki bu kez…

Kayanın gölgesinde böyle yaşanır: Her düşüşte biraz daha eksilerek, her tırmanışta biraz daha yanarak. Ve yine de, o taşın altında kalmış küçük bir kıvılcım, hâlâ nefes almaya çalışıyor. Belki bir gün, bu kıvılcım büyür; kayayı değil, yokuşu değil, kendisini aydınlatır.

Bu yazılar ücretsiz ama emek istiyor. Bir kahveyle destek olabilirsiniz.